V İ R G Ü L [PDF]

Jul 19, 2016 - 16 Temmuz sabahı müthiş bir korkuyla uyandım. Belirsiz bir odada ürkek ürkek açık pencereye doğru yanaşıy

8 downloads 62 Views 687KB Size

Recommend Stories


v, No. l, Septembe r 2013
I want to sing like the birds sing, not worrying about who hears or what they think. Rumi

G‹R‹fi OLGU
Do not seek to follow in the footsteps of the wise. Seek what they sought. Matsuo Basho

R esmi G azet
The greatest of richness is the richness of the soul. Prophet Muhammad (Peace be upon him)

G‹R‹fi OLGU
I cannot do all the good that the world needs, but the world needs all the good that I can do. Jana

v...r
What you seek is seeking you. Rumi

i=l .cxiai =g
Life is not meant to be easy, my child; but take courage: it can be delightful. George Bernard Shaw

G&L Series SSV
Those who bring sunshine to the lives of others cannot keep it from themselves. J. M. Barrie

Maldonado, G. D., Fuster, B. L., Bueno, M. R., & Sanmartí, J. V
No matter how you feel: Get Up, Dress Up, Show Up, and Never Give Up! Anonymous

G. Aquaro, L. Peruzzi & G. Cesca
Never wish them pain. That's not who you are. If they caused you pain, they must have pain inside. Wish

Idea Transcript


More Next Blog»

Create Blog Sign In

İ İletişim

Ana Sayfa

10 Şubat 2016 Çarşamba Melike N. Korkmaz Tosun

CAROL

Profilimin tamamını görüntüle

Beyaz bir perdedir sinemanın ihtiyacı olan. Mekânlarını, objelerini ve karakterlerini incelikle yerleştirebileceği koca bir perde. Bir kere buldu mu o perdeyi nankörleşebilecektir artık sözcüklere karşı. Değil midir ki sinema tek bir 'sessiz' karesiyle bile büyüleyip kaçan öyleyse bırak tavsasın

Blogda Ara

sözcükler.

Ara

Popüler Yayınlar BİR FRANÇOIS TRUFFAUT FİLMİ: JULES VE JIM / JULES ET JIM “Bana seni seviyorum dedin. Ben sana bekle dedim. Al beni diyecektim. Sen bana git dedin.” Kimdir François Roland Truffaut? Fr... MUTLULUK ORADA BİR YERDE! Herkesin ve her şeyin yabancılaştığı, kendine yabancılaşmış bir dünya. Beton binalar, gürültülü makineler, sağdan soldan yükselen duma... BIYIK TERLETEN SICAKLAR ve AÇ KALPLER Yeni yetme bir erkek çocuğu gibi hissettiriyor bana kendimi. Sanki bir kapının önüne çökmüşüm de uzun uzun röntgenliyorum vücudunun cayır...

Geçtiğimiz hafta vizyona giren Carol (Todd Haynes / 2015) perdenin görsel ifade gücünden fazlasıyla yararlanan bir film. Zamanı, mekânı, objeleri ve oyuncuları ustalıkla yönetiyor. Sözcüklerin filme sızmasına izin vermekle birlikte çoğu yerde onları görsel öğelerle işlevsizleştiriyor. Anlam, harflerden çok bakışlara, jestlere ve objelere siniyor.

BURGONYA DÜKÜ Uzun zamandır bende üzerine yazı yazma isteği uyandıran bir film izlememiştim. Bu yazıda bahsedeceğim 'The Duke of Burgundy / Burgonya D...

Filmde, karakterlerin birbirleriyle ve seyirciyle yapış yapış olmasını engelleyen bir yapı var. Öykünün gizemli ritmini besleyen mesafeli çekim planları, karakterlere karşı sempati duymamızın önünü keserek onları dönemin koşulları çerçevesinde anlamaya çalışmamızı sağlıyor. Cinsel yönelimle ilgili ahlaki yargıların ve yasaların günümüzden bir hayli farklı olduğu bu dönemde karakterlerin bastırılmışlıkları ve ikilemleri de kaçınılmaz olarak daha görünür hale geliyor.

RÜZGARIN HATIRALARI 22 Eylül 2014 / Diyarbakır Çok değil, bundan yaklaşık bir sene önce özgürce dolaşıyorduk Diyarbakır sokaklarında. O da...

Filmle ilgili bahsetmek istediğim diğer bir konu oyunculuklar ve oyuncular arası ahenk. Carol rolünde Cate Blanchett, Therese rolünde Rooney Mara. İkisi de estetik bir uyum içerisinde beden dillerini ve yüzlerini esirgemeden kullanırken filme buram buram zarafet katıyorlar. Bu süreçte en büyük yardımcıları ise sigara, eldiven, piyano, plak, fotoğraf makinesi gibi objeler oluyor. Özellikle sigara, zayıf, güvensiz ve teslimiyetçi bir karakter olan Carol'ın yaratmak istediği güçlü, ihtişamlı, kararlı ve kadınsı imajda kilit rolü üstleniyor. Carol'daki bu tezatlık Therese için de geçerli ama ters yönde. Therese sade, sıradan ve çekingen görünümü altında kararlı, güçlü, cesur bir karakter barındırıyor ve aslında ilişkiyi yönlendiren taraf oluyor. Evet. Ne diyordu Sunset Bulvarı / Sunset Boulevard filminde Norma Desmond?... '...We didn't need dialogue. We had faces....'

Bunlar da ilginizi çekebilir:

İNSANLIKTAN UZAKTA 'Gece lojmana ateş açılırsa yere yatın, somyanın altına girin' diyor. Basri dedemin yattığı odayı düşünüyorum hemen. Yast... BİR BAŞKALDIRI ARACI OLARAK “DIŞAVURUM” VE “MİZAH” Bir sabah uyandınız ve çikolatadan yapılmış şelalenizin altında müthiş bir duş aldınız. Sonra akşam yemeğiniz için ayırdığınız beya...

uğurladığım...

GERONIMO Tadı damağımda kalmıştır hep Tony Gatlif filmlerinin. Zaman zaman hafızamın sığınaklarından geri çağırıp yüzümde tebessümle

YALNIZ MIYIZ? “…Laboratuarlarında aradığın, incelediğin, oyduğun, dibine indiğin, sırrını deştiğin her şey arasında yalnız ruhun yok…’’ (Peyami Safa-Y... TIMBUKTU

DÜN GECE BİR FİLM İZLEDİM

BİZ DİYELİM ÜÇ KİŞİ…

BİR FRANÇOIS TRUFFAUT FİLMİ: JULES VE JIM / JULES ET JIM

GERONIMO

E-posta ile Takip Et Linkwithin

Like 10

Email address...

Blog Arşivi

Gönderen Melike N. Korkmaz Tosun zaman: 21:18

Hiç yorum yok:

Bu yayına verilen bağlantılar

Etiketler: başka sinema, Carol, Cate Blanchett, film, Rooney Mara, sinema, Sunset Boulevard, Sunset

t 2016 (1) t Şubat (1)

Bulvarı, Todd Haynes

CAROL 2015 (34)

11 Aralık 2015 Cuma

Etiketler

RÜZGARIN HATIRALARI

1408 45 Years 45 Yıl 90’larda çocuk olmak A Short Film About Love Abderrahmane Sissako Abdullah Oğuz Aç Kalpler Ahmet Büke Albert Camus Alfred Hitchcock Amerikan Büyüsü 22 Eylül 2014 / Diyarbakır

An American Haunting Andrew Haigh

Çok değil, bundan yaklaşık bir sene önce özgürce dolaşıyorduk Diyarbakır sokaklarında. O daracık

Antik Kent

sokaklara tezat oluşturacak genişlikteydi ruhumuz. Yorulan bedenimizi kah bir cami avlusunda kah bir kilise basamağında dinlendiriyor, tükenen nefesimizi han duvarlarıyla tazeliyorduk.

Arka Bahçe

Bir çift göz, sonra iki, sonra üç... Ne kadar da sahiciydi bakışları. Her yerdeydiler. Olacaklardı tabii. Olmalılardı. Sokağa aitlerdi çünkü. Ya bir gün ellerinden alınsaydı o sokak? Güvenli olmadığı söylenseydi? Yasaklansaydı? Nereye ait olacaklardı o zaman? Bu güzelim çocuklar. Biliyor musunuz, ben artık üzülmüyorum ölen insanlara. Nasıl olsa öleceklerdi diye avutuyorum kendimi, aman bir yerler bölünmesin de, feda olsun kuzucuklar. Öyle değil mi? Duvarlara bir çare bulamadım yalnız. Yaslandığım, dokunduğum duvarlara. Delik deşik olan tarihi binalara. Adımımı bastığım arnavut kaldırımlara. Ne müthiş bir acı. Tüm bu olanlara tanıklık etmek ve hiç öl(e)memek. Doğru ya, bence bu yüzden sürekli yakıp yıkıyorlar, parçalıyorlar. Daha fazla acı çekmesinler diye fişini çekiyorlar. Bu güzelim duvarların, taşların, sokakların.

Arka Pencere Aşk Üzerine Kısa Bir Film Audrey Tautou Aydın Öztürk Babil Yayınları başka sinema Batman Dönüyor Batman Returns Belle de Jour Beyond the Hill Big Fish

Öyle değil mi?...

Bir Ömür Yetmez Body Double Breath Brian De Palma Buckethead Bulantı Burgonya Dükü Büyük Balık Can Şen Carol Cate Blanchett Cehennem Céline Sallette Charlotte Rampling Claude Chabrol Corpse Bride Courtney Solomon Cristina Comencini



Damien Chazelle

10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü'nde izledik 'Rüzgârın Hatıraları'nı. İtiraf edeyim, afişle ilk karşılaşmamda biraz ürkmüştüm. Özcan Alper'in dönem filmi girdabına girip kendi üslubunu kaybedeceğinden endişeleniyordum. Öyle olmadı. İlk iki filmin üzerine bir şeyler koyduğunu ve üslubundan ödün vermeden yoluna devam ettiğini gördüm Alper'in. Meseleleri, bireylerde bıraktıkları izleri takip ederek, estetik bir dille anlatan Alper'in bu filmi diğerlerine göre daha yoğun; kimi zaman yorucu ama kesinlikle sürükleyici. Filmle ilgili tek olumsuz eleştirim bazı sahne, diyalog ve metinlerin gereksizliği olabilir. Görüntüler, sesler, fotoğraflar, çizimler, bedenler ve yüzler... Film kendini bunlarla o kadar iyi ifade ediyor ki kamera arkasında filmi beslediğini bildiğimiz kelimelere perdede hiç gerek kalmıyor. Gösterimin ardından, filmde emeği geçen diğer birkaç isimle birlikte sahneye çıktı Özcan Alper. Konuşması kısa ve etkiliydi. Geçmişten günümüze ezen ezilen ilişkisine değinerek, ayrım yapmaksızın her ‘birey’ için var olması gereken bir hak ve hukuk anlayışının, ‘insanca’ yaşamanın ve yas tutmanın önemini vurguladı. Hiçbir şey için olmasa bile iki dil bir bavul finali için görülmeye değer Rüzgârın Hatıraları.

Datça David Lynch David Oelhoffen Derailed Disturbia Donald Sutherland Ed Wood edebiyat Edward Scissorhands Elizabeth Bathory Emin Alper Emmanuelle Béart Eraserhead Erken Zaman Far from Men

Ha bu arada...

Feminist Film Teorisi Fernando Meirelles

Yok bir şey.

Ferzan Özpetek film fotoğraf François Cluzet

Like 42

Gönderen Melike N. Korkmaz Tosun zaman: 20:58

Hiç yorum yok:

Bu yayına verilen bağlantılar

Etiketler: Ahmet Büke, başka sinema, film, Memories of the Wind, Özcan Alper, Rüzgârın Hatıraları, sinema

François Truffaut Frankenweenie Fyodor Mihayloviç Dostoyevski Geronimo

7 Aralık 2015 Pazartesi

Giovanna Mezzogiorno Göldeki Hayalet

SARMAŞIK

Gündüz Güzeli Hayal Ülkesi Henri Serre Hors de Prix Hungry Hearts İbrahim Tatlıses İnsanlıktan Uzakta J. K. Simmons Jauja Jeanne Moreau Jules et Jim Jules ve Jim Kader Kırkağaç Mezarlığı Kim Ki-duk Knidos Kontes Konuk Krzysztof Kieslowski

17:30 seansına yer kalmadığı için 21:15'te dopdolu bir salonda izledik 'Sarmaşık'ı. Üstelik biz bir kenarda sonraki seansa girip girmeme konusunda kararsız beklerken sıradakiler aynı filmin aynı seansına bilet soruyor, ret cevabını alınca da ufak bir şaşkınlıkla gişe önünden uzaklaşıyorlardı. Hem festivallerde gösteriliyor hem de ödül alıyor, bir de üstüne Başka Sinema kapsamında gösterime giriyor. Öyleyse sıkıcı olma ihtimali yüksek. Tüm filmi bir adamın ensesiyle takip etmek olası. Dere tepe, bayır çayır demeden, aynı kareye uzun uzun bakmak mümkün. Yani, genel izleyici kitlesi için anlamsız bir obje.

L'Exil et le Royaume L'Hôte L’Enfer La Bestia nel Cuore Laura Mulvey Lisandro Alonso Loin des hommes Luis Bunuel

Ama dün uyardı Tolga Karaçelik, Altın Portakal'da: '...sıkıcı değil, gidin!' dedi.

Makaseller

Sahiden de değil. Çözüm odaklı finale kadar gerilimi ve heyecanı ayık yaşatabilen bir film Sarmaşık. Bunu yalnızca göze ve kulağa hitap eden biçimsel öğeleriyle değil, fikre hitap eden güçlü karakterleri ve içeriğiyle de sağlıyor.

Marcus Nispel Memories of the Wind Mikael Hafström Miles Teller

Yakın zamanda şişirilmiş atmosferin, bir filmi önemli ve hatırlanabilir kılmak için ne kadar da yetersiz kalabildiğini 'Abluka'da bir kez daha gördüm. En azından benim için öyleydi. Evet, çok beğenildi, çok bahsedildi, çok övüldü ama bana kalırsa fikri anlamda zayıftı. Hele 'Tepenin Ardı' gibi sağlam bir filmin ardından çok zayıf kaçtı.

Moonset

Yalnızca Türkiye Sineması’nda değil genel olarak son yıllarda üretilen pek çok filmin yaratıcılık anlamında sıkıntı yaşadığı kanısındayım. Geçmişin çuvalına dalıp söylenecek her şeyin belki de mümkün olabilecek her şekilde söylendiğini düşündüğünüzde, yalnızca sinema alanında değil tüm alanlarda yaratıcı olabilmek şüphesiz ki oldukça güç. Beklenti de çok yüksek değil bu doğrultuda. Zaten herkesin ve her şeyin birbirinin aynısı haline geldiği, tekrarlarla akıp giden günümüzde istiyorsunuz ki bir film kıyısından köşesinden, ufacık bir yerinden de olsa yaratıcı bir şeyler yapsın, söylesin.

ODTÜ

Mutluluk Nadir Sarıbacak Nefes

Ondskan Oscar Werner Ölü Gelin öykü Özcan Alper Özgü Namal

Bu anlamda Sarmaşık elbette muazzam bir film değil ama sürekli kem küm edip duran filmlerden sonra ilaç gibi geliyor. Gelecekte kısmen popüler olabilecek kült bir Amerikan filmi gibi de görüyorum ben biraz Sarmaşık'ı. Ya da en azından bu potansiyele sahip.

Özgür Sokak Peter Strickland Peyami Safa Please Tomorrow psikoloji

Farklı okumalara açık. Bir avuç insanın bir araya geldiği küçük bir gruba da, çokça insanın aynı ritüeller ateşi etrafında dans ettiği topluluklara da, farklı kimlikleriyle barışık yaşamayı ülkü haline getirmiş ya da getir(e)memiş her türlü kalabalığa da uyarlanabilir. Çünkü onca otorite, iktidar, başkaldırı, erkeklik, din ve biat gibi fiyakalı kavramlar arasında basitçe 'insanca' hayatta kalabilmeye de vurgu yapıyor.

Psinema Psycho Rachel Weisz Ralph Fiennes Raskolnikov

'Canavarlar Sofrası' (Ramin Matin, 2011) ve 'Tepenin Ardı' (Emin Alper, 2012) filmlerinin ardından son yıllarda bende iz bırakan diğer bir film oldu 'Sarmaşık' (Tolga Karaçelik, 2015). Sanırım bu yıl başucu yerli filmler listemi 'Sarmaşık'la kapatacağım. Tabii 'Rüzgârın Hatıraları' beni şaşırtmazsa...

Raydan Çıkanlar Rear Window Reda Kateb roman Roman Polanski Rooney Mara Rosemary’nin Bebeği Rosemary’s Baby

Like 12

Rüzgârın Hatıraları Gönderen Melike N. Korkmaz Tosun zaman: 21:40

Hiç yorum yok:

Bu yayına verilen bağlantılar

Etiketler: başka sinema, film, Nadir Sarıbacak, Sarmaşık, sinema, Tolga Karaçelik

Sahte Vücutlar Sapık Sarmaşık Saturno Contro

18 Kasım 2015 Çarşamba

Saverio Costanzo Silgikafa

JAUJA / HAYAL ÜLKESİ

sinema



Sisifos Sissy Spacek Soom söyleşi Sterritt Strandvaskaren Suç ve Ceza Sunrise Sunset Boulevard Sunset Bulvarı Sürgün ve Krallık Şeytana Karşı şiir Şüphe Teksas Katliamı Tepenin Ardı The Constant Gardener The Countess

Son yıllarda dinlediğim en iyi soundtrack albümlerinden birine sahipti Only Lovers Left Alive (2013). Özellikle The Taste of Blood'u defalarca başa sarıp dinlediğimi hatırlarım. Sonra Timbuktu (2014) çıktı karşıma. Film yalnızca yasaklara meydan okuyan topsuz maç sekansıyla değil, aynı zamanda enfes soundtrack albümüyle de zihnimde yer etti. Yakın zamanda Me and Earl and the Dying Girl (2015) filminin soundtrack albümünü ekledim sevdiklerim listesine. Çoğunlukla Brian Eno'nun söz aldığı albümde eski filmlerden aşina olduğumuz melodileri bulmak da mümkün. Albümün benim için öne çıkanları ise filmin duygu manipülasyonunda doruk noktasına vardığı sahnede boy gösteren Brian Eno - The Big Ship ve tabii ki neredeyse tarif edilemeyecek naiflikteki Explosions in the Sky - Remember Me As a Time of Day.

The Duke of Burgundy The Texas Chainsaw Massacre Tim Burton Timbuktu Tobe Hooper Todd Haynes Tolga Karaçelik Tom Courtenay Tony Gatlif

Şimdilerde gösterimde bir film var. Jauja. Konuya paldır küldür girmeyen, düşünmeye pay bırakan, az diyaloglu, durağan kameralı, sessiz sakin bir film. Müziklerini Buckethead ve Viggo Mortensen ortaklığında yeşeren Please Tomorrow albümünden alması isabetli bir seçim olmuş. Çünkü albüm de tıpkı film gibi yolculuk teması zemininde evrilirken zaman, mekân, rüya ve gerçek kavramlarıyla oynuyor. Yalnız ve cesur adamımızın taşa serilip yıldızları seyrettiği gecede hüzünlü Moonset devreye giriyor. Tüyleri diken diken eden Sunrise ise filmin kapanışıyla gelip adeta başka bir açılış yapıyor. Film psikanalitik okumaya oldukça açık. Lacan’dan yola çıkarak analiz edilebilir. Aileye yapılan vurgular, suda yansısını gören adam, mağara ve mağaradaki kadının söylemi önemli işaretlerden bazıları. Ayrıca, kılıcını ve diğer tüm silahlarını kuşanıp atının sırtına atlayan yalnız kovboyun, mırıldandığı şarkıda cesur ve gerçek bir erkek gibi savaşmak için kadınını geride bırakmak zorunda olduğundan bahsetmesi de bu türden bir okumada öne çekilecek ayrıntılardan. Yalnız kovboyumuzun yolculuğu bir yere varacak mı (ki psikanalitik okumaya göre bu düzende varamayacak) bilemem ama tarih tekerrürden, toprak da kandan yorulmuş görünüyor.

Like 5

Gönderen Melike N. Korkmaz Tosun zaman: 14:41

Hiç yorum yok:

Bu yayına verilen bağlantılar

Etiketler: başka sinema, Buckethead, film, Hayal Ülkesi, Jauja, Lisandro Alonso, Moonset, Please Tomorrow, sinema, Sunrise, Viggo Mortensen

24 Ekim 2015 Cumartesi

BULANTI

Sanırım ben Zeki Demirkubuz sinemasına olan heyecanımı Ankara’da, ‘Kader’ filmini izlediğim sinema salonunda düşürdüm. Yok. Çantamın tüm gözlerine baktım, yok. Ceplerimi iç dış yaptım. Bulamadım. ‘Kıskanmak’ filmine gittim, ‘Yeraltı’na indim. Olmadı. Ateş de değil ki bu ödünç alayım. Yine de vazgeçmedim. Sordum soruşturdum. “Bulantı diye biri varmış, geçen Moda Sahnesi’nde görmüşler, git bir de ona sor!” dediler. Gittim. Küçük bir salona aldılar beni. Arkası dönüktü. ‘Bulantı siz misiniz?’ dedim. Ses çıkmadı. ‘Konuşsana lan, sen misin Bulantı?’ dedim. Döndü. Ahmet’i anlattı bana. Yattığı tüm kadınların ‘kibirli’ bulduğu Ahmet’i. Kameranın kademe kademe uzaklaşıp yakınlaşarak dış ve iç çekim yaptığı bir akşam yemeği sekansı yansıttı perdeye. Sevgilisi tarafından ‘korkak’ ve ‘acımasız’ olmakla suçlanıyordu Ahmet. Karısını ve kızını trafik kazasında kaybetmiş bir adama göre fazla genişti çünkü. Sahi ne kadar da sakindi dışarıdan bakıldığında. Ahmet de ev de. Oysa bilemezdik içinde neler yaşandığını o evin. Zamanın ilaç olamadığı ‘an’ların neleri tetiklediğini, mobilyalar arasında ruh gibi dolaşan Ahmet’in karanlıkta kalmış yanlarının tezahürlerini... Evet, korkak ve çaresiz bir adamdı Ahmet. Yaşadığı kayıpla gelmesi beklenen yas sürecinde yapayalnızdı. Yardım isteyemeyecek kadar kibirli olması yardım edilmeye değmeyecek biri olduğu düşüncesindendi belki de. Bu yüzden belli belirsiz garipsiyordu kendisine uzanan elleri. Yaşayan bir ölüydü o. Sevinmiyor, gülmüyor, öfkelenmiyor, üzülmüyor, ağlamıyordu. Sığ bir duygusallıkla sürdürdüğü rutin yaşamında yalnızca nefessiz kalıp ölmek istercesine öpüştüğü sahnelerde yoğunlaşıp derine inmeye çalışıyor gibiydi. Değersizliğin doğurduğu korku, acımasızlık ve kibir sarmalında sıkışıp kalmış biriydi Ahmet. Finalde, kibirli olduğunu yüzüne vurmayan, kendisine koşulsuz ilgi ve şefkat gösteren tek kadının ayaklarına kapanarak ağlayabildi. Belki de bu sayede yaşama tam katılımın en önemli adımını attı. Kapıların açılıp kapandığı, ışıkların yanıp söndüğü gerçek yaşama. Bulantı bana Zeki Demirkubuz filmlerine karşı duyduğum heyecanı veremedi, farklı bir şey de sunmadı. Nasıl desem… Sıradanlık vardı, vardı da derinlik yoktu. Not: 2006 yılında 'Kader' filminin ardından karaladıklarım için: http://bit.ly/1Wbp7dt

Like 8

Gönderen Melike N. Korkmaz Tosun zaman: 22:42

Hiç yorum yok:

Bu yayına verilen bağlantılar

Etiketler: başka sinema, Bulantı, film, Kader, sinema, Zeki Demirkubuz

5 Ekim 2015 Pazartesi

45 YILLIK SET

Bir an için var olduğuna inandığın her şeyin aslında var olmadığını öğrendiğini düşün. Tanrı'nın olmadığı ispatlanmış. Taptığın lider adi herifin tekiymiş. Aşk diye bir şey yokmuş. Bilim dağa kaçmış. Sanat kocaya. Anladığını sandığın filozofu hiiiiç mi hiç anlamamışsın. Sen sen değilmişsin hem. Kadehindeki rakı da suymuş. Aç sanıp beslediğin kedi tokmuş. Nasıl hissederdin? Öfkeli? Üzgün? İşe yaramaz? Kandırılmış? Çaresiz? Değersiz? Şu ya da bu şekilde bir şeylerin var olduğuna inanmakla kocaman setler çekiyoruz sorgulamanın dayanılmaz zulmü önüne. Zulüm akmıyor, yer sarsılmıyor. Sağlam zeminimizde 'rahatsızlık hissetmeden' yaşayıp giderken tek korkumuz bir gün biri(leri)nin ya da bir şey(ler)in gelip bu seti yıkması oluyor. Setin yıkılması ölüm demek. Dirilebilirsen yeniden set çekersin. Yıkılırsa dön gel 'belirsizlik'. Dehşet. Gerçek. Yüzleşme. Acı. Melankoli. Her şeyi sorguladığında hiçbir şeyleşebilirsin. Hiçbir şeyleşip bir hiç olarak aynı zamanda her şey de olabilirsin ama. Öyleyse topyekün hiçbir şeyleşmek mi gerek iyileşmek için acaba?... Her birimizin hiçbir şeyleşip her şeyleşebilmesi. Toplumun yüzleşip yıkılıp hiçleşmesi ve herkesleşerek yeniden ayağa kalkması. Nasıl olurdu? Bilemem. 45 YEARS / 45 YIL '45 Years / 45 Yıl' (Andrew Haigh / 2015) filminde Kate'in yaşadığı da tam olarak bu. 45 yıl önce itinayla çekilen setin eve gelen bir mektupla yıkılarak sorgulama sürecini başlatması ve en nihayetinde Kate'i karmakarışık duygulara sürükleyerek kendi değerine ilişkin algısını çarpıtması, anlam bütünlüğünü altüst etmesi. Kuş sesleri eşliğinde piano piano tadıldığı her halinden belli olan konforlu bir yaşam görüyoruz ilk etapta perdede. Yaşlı Geoff ve Kate çiftinin yaşamını. Kamera önce kendisine gelen mektupla şaşkına dönmüş görünen Geoff'u okumaya itiyor bizi. Bu arada Kate'in oldukça olgun ve ılımlı davranmaya, kocasına yardımcı olmaya çalıştığını görüyoruz. Kate'in tavan arasında saklı kalmış geçmişe dalmasıyla birlikte ise Geoff'u saha dışı bırakan kamerayla birlikte Kate okumalarına başlıyoruz. Gittikçe çocuklaşan ve hırçınlaşan Kate'in değişen ruh halinin, uyku düzeni ve rutin eylemleri üzerindeki olumsuz yansımalarına şahit oluyoruz. Film altı günlük bir zaman dilimi içerisinde karakterlerin ters yöndeki değişimlerini çok doğal bir üslupla, günlük yaşam alışkanlıklarına yedirerek sunarken bir yandan da kahramanlıklara büründürülerek bastırılmış kanlı tarihle yüzleşmeyi salık veriyor.

Like 5

Gönderen Melike N. Korkmaz Tosun zaman: 20:51

Hiç yorum yok:

Bu yayına verilen bağlantılar

Etiketler: 45 Years, 45 Yıl, Andrew Haigh, başka sinema, Charlotte Rampling, film, sinema, Tom Courtenay

5 Eylül 2015 Cumartesi

İNSANLIKTAN UZAKTA

'Gece lojmana ateş açılırsa yere yatın, somyanın altına girin' diyor. Basri dedemin yattığı odayı düşünüyorum hemen. Yastıklarına yaşlı insan kokusu sinmiş olan o küçük odayı. Birinci kattayız. Odanın tek penceresi ateş açılması muhtemel boş topraklara bakıyor. Olası bir saldırı anında dedemin yapması gerekenleri sıralıyorum zihnimde. Elini cebine götürmesinden gözlerini o cepten çıkardığı antika saatiyle buluşturmasına kadar geçen süre zarfı bile bir hayli uzun. Bedenini yere atıp somyanın altına yuvarlaması da hızlıca olmayacaktır haliyle. Öyleyse ilk önce o mu ölecek? Ben hiç ölmeyecekmişim gibi hissediyorum. Yaşlı insanlar ölür. Ben daha çocuğum. Çocuk ölmez! Çocuk soru sorar. Kim ateş açıyor? Neden açıyor? Kime açıyor? Çocukluğumun belirli bir dönemini geçirdiğim Elbistan'a dair anılarımının arasından çekip çıkardım tüm bunları. 90'ların başı. Televizyon ekranlarında ve ülkede yalan rüzgarlarının estiği; 'iyi' ile 'kötü'nün net çizgilerle ayrıldığı; tarafını belli etmen gereken dönemler. Biz bahçedeki toprak birikintisiyle oynayıp solucanları ikiye bölerken koca koca adamların da toprak parçalarıyla oynayıp insanları ikiye böldüğü dönemler. Ne döneminden bahsediyorsam gerçi ben!? Bunun neresi dönem? Dönemse bile bu, düpedüz 'bitmeyen dönem'. Sen daha bedeninle varolmadan önce olup bitenler var. Okuyup dinliyorsun, savaş. Hafızanı zorlayıp kendi geçmişine gidiyorsun, savaş. Bugüne bakıyorsun, yine savaş. Evet. Savaş var. Savaşın olduğu her yerde umut da var. Bitmeyen umut (savaş) dönemi. FAR FROM MEN / İNSANLIKTAN UZAKTA Ölümün göbeğinde yaşama dair diyaloglarla dolu bir film 'Far from Men / İnsanlıktan Uzakta' (David Oelhoffen / 2014). Albert Camus'nün 'Konuk' isimli öyküsünden yola çıkmakla birlikte, öykünün kısa ve boşluklarla dolu olmasına binaen bütünlüğünü Camus'nün diğer eserlerinde yansıttığı felsefesinden beslenerek sağlıyor. Yaşam, ölüm, iyilik, kötülük, varoluşçuluk, saçma ve seçim kavramlarının adeta karatahta üzerinde kocaman kocaman harflerle somutlaştırıldığı film, bir nevi Oelhoffen usulü Camus dersine dönüşüyor. Bu dersi sıkıcılıktan kurtarmak ise duyguları yönlendirmede kısmen başarılı diyebileceğim müzik ve görüntülere kalıyor. 1950'li yıllarda bağımsızlık savaşı veren Cezayir'de geçen film, dağların koynundaki bir okulda öğretmenlik yapan Daru (Viggo Mortensen) ile Tinguit'teki adli birimlere teslim etmekle görevlendirildiği katil zanlısı Mohamed (Reda Kateb) arasındaki (her şeye rağmen) 'kardeşliği' anlatıyor. Film boyunca, dili, dini, ırkı farklı olan bu iki adamın iyilik, kötülük, yaşam ve ölüm zemininde neredeyse aynılaşarak buluştuğunu; sık sık rolleri değiştiklerini ve Camus'nün yaşamdan vazgeçmeme, mücadele etme fikriyle paralel olarak da yılmadan yollarına devam ettiklerini görüyoruz. Evet. Ölüm var. Ölümün olduğu her yerde yaşam da var. Bitmeyen yaşam (ölüm) dönemi.

Like 16

Gönderen Melike N. Korkmaz Tosun zaman: 14:33

Hiç yorum yok:

Bu yayına verilen bağlantılar

Etiketler: Albert Camus, başka sinema, David Oelhoffen, Far from Men, film, İnsanlıktan Uzakta, Konuk, L'Exil et le Royaume, L'Hôte, Loin des hommes, Reda Kateb, sinema, Sürgün ve Krallık, Viggo Mortensen

Ana Sayfa

Önceki Kayıtlar

Kaydol: Kayıtlar (Atom)

Filigran teması. Blogger tarafından desteklenmektedir.

Viggo Mortensen Vincent Viridiana Whiplash Yalnızız Yüreğimdeki Canavar Zeki Demirkubuz Zengin Avcısı Zülfü Livaneli

Submit

Smile Life

When life gives you a hundred reasons to cry, show life that you have a thousand reasons to smile

Get in touch

© Copyright 2015 - 2024 PDFFOX.COM - All rights reserved.